Cevher-i Cemîl

Mehmed Cemîl Bey
(17 Eylül 1872-28 Temmuz 1916)

Cemîl Bey’in mûsikî cevheri;
halkın mûsikî üretmedeki gizemi, tasavvufun özü, garbın fantastik dinamizmi ve doğanın muhteşem armonisinden doğan izdivacın ürünüdür.

M. H. CEVHER

Giriş

Cemîl Bey (1872-1916), yaşadığı dönemin mûsikî anlayışına uygun bir disiplin içerisinde, fıtraten verilmiş yeteneği şekillendirilmiş, meşk zincirinin bir halkası olarak mûsikîde yer edinmiş değildir. Başarısı tümüyle ‘gözlem’e dayalıdır. Geleneksel ifadelerin biçim değiştirmeden çevikleştiği, yeni bir nefes kazandığı, hayranlık sınırlarının en uç noktasıdır Cemîl Bey

Cevher-i Cemîl, herhangi bir mûsikîşinasın veya taktirlere boğulmuş bir ustanın tavsiyesi ile gün yüzüne çıkmamış, yeteneğinin keşfi de, sınırları da kendi özgür iradesinde anlam kazanmıştır. Bir çalgıdan bir diğerine yorulmadan koşması, o güne değin kimsenin şahit olmadığı bir başka tınının doğmasına vesile olmuştur. Çevresinde mûsikî adına olan bitenin yeniden sentezlenip parladığı bir güzellik kaynağıdır Cevher-i Cemîl.

Ne Tanbûrî Ali Efendi (1836-1890), ne Küçük Osman Bey (1825?-1900), ne de Şeyh Celâleddin Efendi (1848-1908) tanbur hocası olmuştur. Bir şeyler öğrenmek üzere mızraplarına büyük bir dikkatle baktığı, mûsikîmizin birbirinden kıymetli temsilcilerinden sadece taktir sözleri duymuş, mihmandarını bulamadan dönmüştür özgür iradesine…

Cemîl Bey’in Kaynakları

Halkta duyduğu mûsikî

Cemîl Bey; sokaktaki dilenciden, mûsikî icrâ ettiği konaklardaki hizmetlilerden, kısaca mûsikîye dair duyduğu her şeyden istifade etmişti. Bu durumu destekleyen anekdotlar şöyle sıralanabilir:

Vasilaki’den Rum ezgileri

Kemençeci Vasilaki (1845-1907), Cemîl Bey’in mûsikîsinde  çok önemli bir yere sahiptir. Ondan, ona ait herşeyi, elinden, gözleriyle hıfzetmiştir adeta.

Adliyede çalışan Asım Bey, babadan kalma varlığıyla, terbiyeli ve saza düşkün birisiydi. Cemîl Bey, kendisini konakta karşılayan  Asım Bey’in hizmetçisi Rum kızı Fotika’yı çok sever, onun kültürüne ait ezgileri çalmaktan çok keyif alırdı. Kız, bir kaç saat süren bu ziyafeti soluksuz dinler mest olurdu. Cemîl Bey, Vasil’den öğrendiği Ulah (çoban) ve Klefti (zeybek) havalarını çalardı çünkü. (Tel, 2002: 137)

Âmâ dilencinin türküsü

Cemîl Bey, Sineklibakkal’daki evlerinin önünden geçen bir âmâ dilencinin söylemiş olduğu türküyü, dilenciyi sessizce takip ederek, tütün paketinin arkasına Hamparsum notası ile yazmıştı. Mes’ûd Cemîl Tel, bu ezginin, Diyarbakır, Elazığ veya Harput’a ait yarı mistik bir halk havası olduğunu ve Cemîl Bey’in taksimlerinde bu ezgileri duyduğunu söyler. (Tel, 2002: 116)

Atıf Bey ile Yakacık seyahati ve zurna ezgileri

Yakın arkadaşı Atıf Esenbel (1887-1951) epeyce bir uğraşıdan sonra, Cemîl Bey’i yağlı güreşleri izlemek üzere Yakacık’a gitmeye, orada çalınan zurnaları dinlemek fikri ile ikna etmişti. Bütün gün, davul ve zurna eşliğindeki mûsikîyi dinlemekle geçirdiler. Dönüşlerinde dillerinde zurna ezgileri vardı. Cemîl Bey dinlediği mûsikînin tesiriyle Uzunçarşı’ya giderek en iyi erik ağacından iki zurna siparişi verdi. Atıf Bey ile bir hafta sonra siparişlerini aldıkları zaman, çocuklar gibi mutlu oldular. Cemîl Bey Sulukule’ye giderek Arap Mehmet’i bulmuş ve zurna çalışına dair temel bilgiler edinmişti. Bazen evde –ağızlarına mendil tıkayarak- bazen de kırlarda uzun uzun zurna talimleri yaparak duydukları ezgileri seslendirmeye çalıştılar. Maalesef bu macera, aşırı sese tahammül edemeyen annesinin zurnayı ocağa atmasıyla son buldu. (Tel, 2002: 164)

Kahvecinin duvarındaki bağlama

Yine Atıf Bey ile Rami ilçesi köylerinde dolaşırlarken, bir kahvede çay içmek isterler. Kahvecinin duvarında bir ‘bağlama’ asılıdır. Cemîl Bey ve Atıf Bey mûsikîye meraklarından bu çalgıyı çalıp çalmadığını sorunca, çaldığını ifade için uzunca bir konser verir. Atıf Bey’in aşırı ısrarı üzerine Cemîl Bey ‘bağlama’yı eline alıp harikalar döktürünce, kahveci bir daha bu sazı eline almayacağını söyleyerek Cemîl Bey’e hediye eder. Bu ‘bağlama’ Mes’ûd Cemîl Bey’e intikal etmiştir. (Tel, 2002: 115-6)

Lazların kemençesi ve Cemîl Bey

Cemîl Bey ve arkadaşı Müfid Bey, birgün Çamlıca’ya gidişlerinde Lazların kemençe çalıp eğlendiklerini görürler. Çalgıyı merak eden Cemîl Bey’in, biraz akorttan sonra, Lazların tavrı ile çalmaya başladığını gören Müfid Bey, Lazların büyük bir keyifle eğlendiklerine hayretle şahit olduğunu aktarmıştır. (İnal, 1958: 127)

Çingenelerin mûsikîsi

Yanyalı Ferik Mustafa Paşa’nın ölümüne kadar neredeyse her anlarını birlikte geçirdikleri Mustafa Paşa’nın oğlu Memduh Bey, Bakırköy’deki köşklerinin bahçesine gelen çingene kafilesinin müziğine Cemîl Bey’in kemençeyle eşlik etmesi sonucu, çingenelerin ne kadar büyük bir hayranlıkla onu dinlediklerini aktarır. Ayrıca Memduh Bey’in, “Halk türkülerinin bazılarına şiddetle sevgi ve alaka gösterirdi.” sözü de Cemîl’in halktan duyduğu mûsikîye ne denli önem verdiğinin bir başka delilidir. (Tel, 2002: 136)

Tasavvuf Ehlinin Mûsikîsi

Aziz Dede’nin taksîmi

Pertev Demirhan (1871-1964); Hanende Osman (1840-1920)  ve Cemîl Bey ile Eyüp’teki Mevlevi Dergâhı’na bir bahar günü gittiklerini ve orada Neyzen Aziz Dede’nin (1835-1905) taksîminden etkilenen Cemîl Bey’in Aziz Dede’nin elini öpmesini hiç unutmadığını nakletmiştir. (Demirhan, 1946: 31)

Şeyh Celâleddin Efendi ile tenvîr edici bahisler

Şeyh Celâleddin Efendi, yaşadığı zaman diliminin önemli tanbûrîlerindendi. Cemîl Bey, onu Topkapı’nın dışında bulunan köşküne ziyarete gitmişti. Hal hatırdan sonra, Araplarca ‘Rabbültanbur’ olarak anılan Şeyh Celâleddin Efendi’nin tanburunu dinlemiş ve daha sonra kendisi icrâ etmişti. Cemîl Bey’in tanbur icrâsı gerçekten onu etkilemekle kalmamış, büyük bir dostluğun oluşmasına da vesile olmuştu. Yanyalı Ferik Mustafa Paşa’nın oğlu Mahmud Demirhan ve Cemîl Bey, Celâleddin Efendi’yi Yenikapı Mevlevihanesi’nde  ziyaret eder, saz fasılları yaparlardı. Mahmud Demirhan, Cemîl Bey’in tanbur icrâsından etkilenen Celâleddin Efendi’nin gözlerinin nemlendiğini, Celâleddin Efendi’nin mûsikî üzerine kendilerini tenvîr eden bahisler açtığını belirtmiştir. (Tel, 2002: 137)

Celâleddin Efendi’nin oğlu, Yenikapı Mevlevihanesi’nin son şeyhi Abdülbaki Efendi (Baykara) (1883-1935) de babası gibi tanbur çalardı. O da Cemîl Bey’den istifade etmiş, tasavvufi birikimini onunla paylaşmıştır. Neredeyse her dinleyen gibi Cemîl Bey’i dinledikten sonra, başka bir tanbur icrâsı dinlemekten de çalmaktan da hoşlanmadığını oğlu Gavsi Baykara (1902-1967) aktarmıştır. (Baykara, 1949: 16)

Garb Mûsikîsi

Godowsky

Cemîl Bey mûsikî vasıtasıyla değişik ortamlarda bulunmuş, buralarda tanışmış olduğu müzisyenlerden de istifade etmiştir. Osmanlı’nın vezirlerinden Şerif Ali Haydar Paşa (1866-1935) aracılığıyla devrin önde gelen Leh asıllı Amerikalı piyanistlerden Leopold Godowsky (1870-1938) ile tanışmış ve paşanın konağında misafir olan bu müzisyen ile fikir alışverişinde bulunmuştur. (Altar, 1963: 101)

Tepebaşı Tiyatrosu’nda Hegyei

Tepebaşı Tiyatrosu’nda Donanma Cemiyeti yararına düzenlenen konserin elbetteki en önemli ismi Tanbûrî Cemîl Bey’di. Sahnenin ortasına konan kırmızı bir koltukta (Tel, 2002: 180) tanbur, kemençe ve yaylı tanbur ile gerçekleştirdiği muhteşem bir icrânın arkasından, alkışlar ile sahneyi terkettikten sonra, aynı sahneyi dönemin ünlü piyanistlerinden Géza de Hegyei (1863-1926) (Baydar 2010: 90) alır. Çaldığı eser, Frédérich Chopin’in (1810-1849) mi bemol majör noktürnüdür. Kulisten, oğlu Mes’ûd ile çıkmak üzere olan Cemîl Bey ezgiye kulak verir ve bitinceye kadar dinler, duygulanır. (Altar, 1963: 101)

Cemîl Bey’in küçük not defteri

Oğlu Mes’ûd Cemîl Tel’in (1902-1963), Cemîl Bey’in terekesi arasında bulduğu küçük not defteri Batı müziğine olan merakına dair önemli kanıtlar içerir. Bu defterde; Lavignac, Decoudré, Fetis, Marmontel’in eserleri hakkında notlar yanında iki mûsikînin birbiri ile mukayesesini ifade eden soru ve cevaplar da bulunmaktadır. (Cemîl 2002: 106)

General Pertev Demirhan’ın (1871-1964) sözleri de yukarıdaki anekdotu desteklemektedir: Kitabında aynen şöyle bahseder:

Cemîl Bey garp mûsikîsine olan hevesini bir dereceye kadar teskin etmiş olmak için hayatının son zamanlarında Beyoğlu’nda bazı maruf garp mûsikî parçalarının notalarını satın alır ve onlardaki nağmeleri bilhassa kemençesile şark mûsikîsine intibak ettirmekten zevk duyardı. (Demirhan, 1946: 32)

Refik Şemseddin Bey’in anılarından

Refik Fersan (1893-1965); Sultan Hamid’in kuyumcubaşısı Jak Harunaçi’nin Fransız eşinin ricası üzerine,  Cemîl Bey’in kemençesi ile Tahirbûselik taksîm yaptığını, taksîm arasına Batı ezgileriyle küçük bir vals sıkıştırdığını ve tekrar taksîme geri döndüğünü anılarında yazar. (Bardakçı, 1995: 102) Akabinde çaldığı Tahirbuselik  Peşrevi için Cinuçen Tanrıkorur şöyle söyler:

Cemîl’in Batı mûsikî esprisine karşı açık ilgisinin ilk işaretini, Kemani Rıza Efendi’nin (1780-1852) “Tâhir-Bûselik Peşrevi” üzerinde, bu peşrevin melodik kuruluşundaki virtüozca tasarrufunda görürüz. Cemîl bu eseri, doğu ve batı mûsikî anlayışının yeni bir terkiple birleşmesine doğru giden zahmetli yolu en doğru yönünde yakalayan sezişiyle, Batıya mahsus canlılık ve parlaklıkta, mutlak mûsikînin profan ve enstrümantal bir örneği haline getirmiş, “Tâhir” gibi daha çok doğuya, “Bûselik” gibi daha çok batıya özgü iki karaktere aynı zamanda sahip olan peşrevi, çağının ikili akımının bir sembolü gibi ortaya atmıştır. (Tanrıkorur, 1984: 22)

Doğanın mûsikîsi

Cemîl Bey’in kulağının duyduğu her çeşit sese karşı ne kadar duyarlı olduğu, sadece halktan, tasavvuf ehlinden ya da Batı mûsikîsi müntesiplerinden duyduğu mûsikîye merakı ile de sınırlı değildir. Kuş sesleri bile ona ilham olabilmiştir. Bu durumu, Refik Fersan anılarında şöyle anlatır:

1908 senesi ilkbaharının mehtablı, sakin bir gecesi idi… Göztepe’deki köşkümüzün bahçesinde feryad eden bülbülün nağmeleriyle mestolan hocam Tanbûrî Cemîl Bey merhum, içinden gelen büyük bir tehalük ve iştiyakla kemençesine sarılarak, Segâh makamında bir taksîme başlamıştı.  (Bardakçı, 1995: 111)

Cevher-i Cemîl

Yukarıda aktardığımız anekdotlar çoğaltılabilir. Cemîl Bey’in mûsikîsinin, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız kaynaklarının tezahürü, gerçekleştirdiği kayıtlarda net olarak duyulabilir, farkı ve mûsikî dehası aşikar bir biçimde hissedilebilir.

Cemîl Bey’in çok sayıda öğrencisi olmuş, onun izinden gitmeye gayret etmişlerdir. Onlar, onun gibi düşünememiş, sadece onun gibi olmaya çalışmışlar, onun gibi de olamamışlardır. Onun özgür iradesini ve bitmeyen merakını örnek almak yerine, taklidi olmayı tercih eden mûsikîşinasların doğru yolda olmadıklarını göstermesi bakımından bu anekdotların çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.

Halkın mûsikî üretmedeki gizemi, tasavvufun özü, garbın fantastik dinamizmi ve doğanın muhteşem armonisinden doğan izdivacın ürünü  olan Cemîl Bey’in mûsikî cevheri, oğlu Mes’ûd Cemîl Tel’e aynen sirayet etmesine rağmen, maalesef onda son bulmuştur.  

KAYNAKÇA

“Arşiv Vesikaları”. Mûsikî Mecmuası. Ağustos 1969, 21 (249): 9.

Altar, Memduh. Nisan 1963. 1908 Meşrutiyetinde Chopin ve Tanbûrî Cemîl Bey. Mûsikî Mecmuası, 185: 100-101.

Bardakçı, Murat. 1995. Refik Bey… Refik Fersan ve Hatıraları. İstanbul: Pan Yayıncılık.

Baydar, Evren Kutlay. 2010. Osmanlı’nın Avrupalı Müzisyenleri. İstanbul: Kapı Yayınları.

Baykara, Gavsi. 1 Ağustos 1949. “Tanbûrî Cemîl Bey ve Şeyh Celal Efendi”. Türk Mûsikîsi Dergisi. 2 (22): 16.

Demirhan, Pertev. 1946. Mûsikî Düşüncelerim. İstanbul: Ebuzziya Matbaası.

İnal, İbnülemin Mahmud Kemal. 1958. Hoş Sadâ Son Asır Türk Mûsikîşinasları. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Seri: 1, No: 10, Maarif Basımevi.

(Tel), Mes’ûd Cemîl. 2002. Tanbūrî Cemîl’in Hayâtı. (Neşre haz: Uğur Derman). İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı. 

Rauf Yekta. 1916. “Tanbûrî Cemîl Bey 1-3”. Tasvîr-i Efkâr. 7, 15, 24 Ağustos.

Tanrıkorur, Cinuçen. Ağustos 1984. “Ölümünün 68. Yıldönümünde Tanburî Cemîl Bey: Türk Mûsikîsinin Son Peygamberi”. Tarih ve Toplum. 8: 20-24


Cevher, M. H. (2016). Cevher-i Cemîl. 100. Ölüm Yıldönümünde “Üstâd-ı Cihân” Tanbûrî Cemil Bey’e Armağan. (Yay. Haz. Ruhi Ayangil). İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediye Yayınları. s. 50-54.

Hakan Cevher tarafından yayımlandı

Musicologist

Birisi “Cevher-i Cemîl” üzerinde düşündü

  1. Sayın Cevher, düşüncelerime destek olacak nitelikteki yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Ancak bence her müzisyene tenbih olacak şu hükmünüzü çok önemli buldum: “Cemîl Bey’in çok sayıda öğrencisi olmuş, onun izinden gitmeye gayret etmişlerdir. Onlar, onun gibi düşünememiş, sadece onun gibi olmaya çalışmışlar, onun gibi de olamamışlardır. Onun özgür iradesini ve bitmeyen merakını örnek almak yerine, taklidi olmayı tercih eden mûsikîşinasların doğru yolda olmadıklarını göstermesi bakımından bu anekdotların çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.” Evet. Bugün daha da acısı, taklitte ustaların değil de sefil şarkıcı ve çalgıcıların örnek alınmasıdır. Rahmetli Cemil Bey, kendi geleneklerimizden edindiğimiz derin bilgi ve birikimi özümseyerek yaratmış olduğumuz halk müziğini benimsemiş; bundaki ezgisel buluşların ve bazen insan üstü yaratışların harman olduğu sihirli dünyayı keşfetmiş müstesna bir varlık. Teşekkür eder, saygılar sunarım.

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: